Tecrit | Gül Esen EFEOĞLU yazıları ile Tecrit Edebiyat'ta.
Gül Esen EFEOĞLU Tecrit Dönemi Hikayecilerindendir.
edebiyat,hikaye,öykü,yazı,deneme,
11143
post-template-default,single,single-post,postid-11143,single-format-standard,edgt-core-1.2,ajax_fade,page_not_loaded,,hudson-ver-3.1, vertical_menu_with_scroll,smooth_scroll,blog_installed,wpb-js-composer js-comp-ver-6.0.5,vc_responsive

FEMİNA İLE MONOLOG

Femina, gel otur şöyle, azıcık soluklan. Neden böyle hissettiğini biliyorum. Neden eskidi duyguların düşündün mü hiç? Hayır, hayır ondan değil. Yani duygularını böyle savurgan yaşadığın için kendini suçlamamalısın. Savurganlıkla yaşanan her duygu ya insanı etten kemikten sıyırıp ruhani bir iklimin kucağına bırakıyor ya da madde âleminin boşluğuna. Çoğumuz boşluktayız merak etme. Kaldı mı ki yeryüzünde tadılmamış hiçbir duygu kalmasın. İnsan bu kendini hayvan gibi de hissediyor mahlûkatların en şereflisi de. İnsan uzay boşluğunda bile ne hissettiğini biliyor artık. Özgün bir fikir yahut keşfedilmemiş bir kara parçası bile kalmamış ve böyle her şeyin suyunun çıktığı ikinci el bir evrende kendini sıradan ve sürekli aynı nakaratı tekrarlayan bozuk bir plak gibi hissetmen çok normal.

 

Kafanda hep aynı soru. Yoğun ama rutin hızlı ama aynı hayat. Böyle düşününce üzerindeki ölü toprağı gibi de gelmiyor insana. Bilakis böyle tempolu bir yaşantının içinde dahi ardına bakılmadan terk edilmiş metruk binalardaki o çürümeye yüz tutmuş tozlu topraklı eşyalar gibisin. Böylesi daha acı. Ölü  toprağı yeşerebilir, dibine ekilen bir fidanı ağaç yapana kadar direnebilir. Ama diğer türlüsü yani hissettiğin en acısı. Çünkü metruk bir binanın eşyası bekledikçe tozlanıp çürümeye mahkûmdur. Zamanla durağanlaşıp iyice rutine binen hayatına dur diyememenin  verdiği acı, tıpkı o tozlu eşyaların içine nüfus eden  fare ve bilumum haşerelerin  o eşyaları kemirip tükettiği  gibi sona yaklaştığını hissettiğinde ruhunu  için için yemeye başlayacak. Çünkü biliyorsun metruk binalar dumanı tüten evlere benzemez. Benzemediği için de  oraya bir  terk edilmiş  eşya kokusu siner. Bu koku eşyanın ruhuna kadar işler. Hatta metruk binaların matlaşmış camları vardır. Bu camlar bir zaman sonra dış etkenlerden dolayı kırılmaya başlar. Bazen kalan üç beş sağlam eşya yağmalanır. Güvercinler sokak kedileri ve köpekleri burayı kendine mesken yapar.  Ama bu defada terk edilmişliğin verdiği yıpranmanın hızlanması durumu var. O yüzden güvenli alanını olabildiğince sağlam tutmaya çalışıyorsun. Kapılarını pencerelerini sıkı sıkıya örtüp dış etkenlere karşı  çürümeyi geciktirmek daha makul bir gerekçeymiş gibi  geliyor sana. Metruk olan şeyden tek farkında bu. Korunaklı ve konfor alanında yaşamayı prensip haline getirip bunun için çabalaman!

 

Arada bir serçeler gelip camına konuyor. Kuşları ürkütmemek için öylece bekliyorsun.  Yani bazen harekete geçmekte güzel olanı kaçırmaya neden olacağı için yine duvar gibi bir sessizlikle soluk alıp veriyor hatta soluk alıp verişini bile  yavaşlatarak iki yuvarlak pencerenden olanı biteni hareketsizce seyretmeyi yeğliyorsun. Bazen coşkun  çağlarına münhasır anları düşlüyorsun. Gülmek, eğlenmek, ağlamak gibi duyguların yoğun hissedildiği her fiil anlamına yaraşır bir biçimde belleğini yokluyor. Seni diriltmeye, harekete geçirmeye çalışıyor. Sonra her nedense belleğinin muhalefet mercii harekete geçerek hemen bir ültimatom veriyor. Dur bakalım orda! Zamanında  bu fiiller için gerekli olan enerjin vardı fakat bu fiilleri anlamlı yaşayacak zihin düzeyine sahip değildin. Şimdi o zihin düzeyine sahipsin fakat  bu kez de bu fiilleri gerçekleştirecek enerjin yok. En iyisi sen bu fiilleri geçmişte en anlamı olacak şekilde yasadığın anları hatırlamaya çalış ve hatırladığın en anlamlı anı kendine bir avuntu olarak seç. Ama olan yarım enerjini de eksiye düşürme güvenli habitatını terk etme… İşte tüm bunlar anı yaşarken o anın değerini hissedememek ve bir zaman sonra o anı doyasıya yaşayamamış olmanın verdiği hayıflanmalar…  Femina, gelecek değerli anları kaçırmamaya çalış.

 

Hayat sıradan diye yakınıyorsun. Bu yüzyıllardır böyle Maslow’un piramidindeki gibi yeme içme barınmadan ibaret. Sadece çağlar geçtikçe insanlar bu gereksinimlerini eğlenceli ya da kolay hale getirmek için kendine yeni uğraşılar edinmiş. Hatta Herman Hesse’nin dediği gibi;  ”Yaşam kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar, radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir.” Femina, ama sen yine de hayat sıradan diye kendini sıradan alışkanlıklara hapsetme. Çünkü Dışarıda coşkun bir ırmak gibi akan zaman sanki sende durmuş bir saat gibi. Akrebi yelkovanı her neyse…

 

Alışkanlıkların o kadar aynılaşmış ki ayak parmağındaki o halluks valgus ayağına geçirdiğin ev terliğine, kazağını çıkarış tarzın da kazağının eteklerine yeni bir sekil kazandırmış. Kısacası  eşyalar da rutine hemen adapte oluyor.  Çünkü her gün ayni şeyi yapmak onlara da şekline girdiği maddeyi kabullenmekten başka yol bırakmıyor. Zavallı eşyaların. O kadar sıkılmışlar ki…

 

Eşya demişken bir de gündelik eşya meselesi var.  Hayatındaki bütün gündelik eşyalar seni o kadar esir aldı ki bir tuşla her şeyi halletmenin verdiği rahatlık bir taraftan ruhunu okşarken  bir taraftan da el yapımı ya da el emeği  sözünü duyduğun her şey sana değerli gelmeye başlamış. Günlük işlerini senin yerine yapan eşyalar ya da insanlar olduğu için vücudunun ihtiyacı olmayan kalori fazlasını spor salonlarında atmayı tek çare  olarak görmeye başlamışsın. Oradaki mekanik aletler sana boşluğa bakıp ritmik hareketlerle kalori harcayabilme olanağı sağladığı için bunu bir nimet olarak görüyorsun.  Çünkü aslında o kendi çarkı içinde monoton  bir seyir gösteren alet hızlı sandığın monoton  yaşantını metruk bir binaya çevirdiğinin farkında bile değilsin. Koşmak için bir koşu bandına gerek var mı diye düşünüyorum.  Doğa insana çevresinde olup biteni gözlemleyerek koşma imkânı vermişken neden bir makinenin üzerinde boşluğa bakarak formda kalmaya çalışıyorsun. Öyleyse durma çık yola! Yolculuk zihnini bedeninin alacağı yeni şekle adapte etme kaygısı ile bir kadavra gibi  ayni bandın üzerinde yürümekten daha iyidir. Her kaldırımın bir öyküsü vardır.  Her inşa edilen binanın yaşanmışlık geçmişi dış cephesine yansımıştır. Yol kenarında gördüğün her kavak sana mutlaka kavaklar şiirini hatırlatır. Belki mağara alegorisinden çıkmış ilk insan gibi doğanın seni hayrete düşürecek bir güzelliğine denk gelip şaşırma duygusunu iliklerine kadar hissedersin.  Bacaklarına kadar sarkan memeleri ile  yan yan koşan bir kopek görürsün belki. Yavrunu kucağına aldığın o ilk gün gelir aklına. Biliyorum evrende hiçbir şeyin yok olmadığını bilmek bazen boğucu bir kalabalıklaşma hissi veriyor  insana. Adeta ağzına kadar doldurulmuş bir çöp ev gibi. Aldığın nefes,  toprak altındaki fosil, buharlaşan su… Yeni aldığın eşya bile ham maddesinde geçmişin özlerini taşıyor. Her neyse bunların hepsi birer laf kalabalığı. Sen yine de bunları düşünme. Şaşırmak, gülmek ve mutlu olmak için bahaneler üret.

 

Her  ne kadar rutinlerine bağımlı kalsan da yine de yatay bir zemine bağlanmış  pulman vagonlu bir makine ile  seyahat etmek yatay zemindeki o bandın üzerinde bir kadavra gibi koşmaktan  daha makul gelmeli ruhuna. Biliyor musun Femina? Bir keresinde yirmi dört saatin sekizde biri  kadarlık bir yolculuğa çıktığımda yol boyu gözlerimi kapatarak rayların taşlarla debdebeli savaşını dinlemiştim. Bu savaş adeta zamanda yolculuk gibiydi. Hele o düdük sesi Marsias’ın flütü gibiydi. Adeta ruhumu bilinmez bir geçmişin yakın tanığı olmaya davet ediyordu. Marsias flütünü çaldıkça ben kral Midas gibi oluyordum. Her düdük sesi beni bilinmez bir diyarın kucağındaki yeni keşiflere bırakıyor gibiydi. Sonra malum o son durak anonsu… Onu duyunca Apollon gelip iyi bir kulağa sahip olmadığımı iddia ederek kulaklarımı çekip uzatmış, Marsias’ı da bir zeytin ağacına asmış gibi hüzünlendim. İşte böyle her güzel şey elbette bir zaman sonra nihayete eriyor. Apollonlar her ne kadar bu yolculukları hikâyenin en güzel yerinde yaralasa da  yolculuk öncesi hissettiklerin ile  yolculuk sonrası hissettiklerin aynı olmuyor ve her biten yolculuk adeta başlayacak olan yeni bir yolculuğun habercisi gibi. Femina, işte bu yüzden yola çıkmak en güzeli vakit kaybetmeden hem de…

 

0 Yorum
Paylaş
Etiketler:
Yorum Yok

Yorum Yaz