Tecrit | Metin ARİEL şiir ve yazıları ile Tecrit Edebiyat'ta
Metin ARİEL, Tecrit Dönemi Edebiyatının güçlü ve üretken kalemlerinden.
Şiir,Türk Şiiri,Edebiyat,Türk Edebiyatı,Aşk Şiirleri,En güzel şiirler,deneme,nesir
11146
post-template-default,single,single-post,postid-11146,single-format-standard,edgt-core-1.2,ajax_fade,page_not_loaded,,hudson-ver-3.1, vertical_menu_with_scroll,smooth_scroll,blog_installed,wpb-js-composer js-comp-ver-6.0.5,vc_responsive

BEYOĞLU FİLOZOFU: AŞEDO

Aydınlanması engellenen doğan güneşin bahar aylarında ki uzatmalı yâri rüzgâr, ısı yalıtımı için zorla kapatılmaya çalışılmış ama yeni bir ergenin sevdiği kızın dudaklarına kavuşamaması gibi iki kanadı bir türlü bir araya gelememiş, tahtakurularının arada uğradığı ahşap çerçeveli pencereyi zorlayarak açmıştı o sabah. Ve kan ter içinde kalmış düşünce mağdurunu, bağlandığı yatakta titremeye, dolayısıyla sayıklar bir şekilde uygunsuz kelimeler trenine yeni bir vagon dolusu küfür eklemeye mahkûm etmişti. İlk görüşte sultan yatağına benzetilen, aslında geçerli tek amacının ekonomik varlığını kendince daha önemli bir alana yatırdığı için ilaçlatamadığı evinin eski parke döşemeleri arasında yaşayan istilacı börtü böcek ile uyku esnasında beyninde kazı çalışması yapıldığı izlenimi veren sinekgillerin alayından korunma malzemesi olarak kullanılan cibinliğin içinde, tavana doğru kubbeleşen askı bölümüne takılmıştı gözleri, elbette her zaman ki gibi varoluştan bu yana anlamlanamayan sorulara yenilerini katmak marifetiyle.

 

Yatağında doğrulmasıyla aklındakilerin yetersizliğini yüzüne vuran dev bir soru işareti şeklindeki yatağının karşısında asılı olan duvar süsü, aydınlanamayan her gününü karanlığa sürükleyen ilk işaret oluyordu. Sonrasının ise daha parlak olamayacağı malum olan bir davranışlar serüveni rutini o sabah da başlamıştı. Karanlık bir güne uyan, eksilmemek için bütün hünerini sergileyen sorulara yenilerini ekle, doğrul ve hayatı sorgula, vücudunun ilk şoku yaşaması için buz gibi zemine yalınayak bas, yetmezmiş gibi toplumsal normlar gereği yanında olma ihtimali olan diğer insanlara saygı adı altında kendine ve derine işkence edercesine zeminin soğuğunu mumla aratan su ile nefesin kesilene kadar adını hafızanda tutmaya bile değmeyecek esanslardaki kimyasallarla bütünleş, standart tıp literatürüne giren ölçülerdeki ve toplamı bir tatlı tabağının küçük bir kısmını doldurabilen kahvaltını yap, son olarak da binlerce yıl önce kuyuya atılan bir taşı bu sefer kitaplar arasında aramaya devam et, ta ki bedenin yorgunluğundan vazgeçmek için senden bir duble keyif verici sıvı isteyip şişenin dibini görmenle yatağına dönerken kapanış marşını duyana kadar.

 

Ara durakları pas geçersek başlangıç ve bitiş arasındaki düşünce kalabalığı, sayfalar dolusu kelimeler, matbaacılara dökülen servetler ve sürekli ilerletilen gözlerdeki hasar ispatları. Sebebi ve kazanımı neydi? Bu soru aklındaki diğer sorulardan öne çıktığında elinde daha önce adını duymadığı ama kendisine idol olarak belirlediği yazarların, kendisininkilerle paralel gittiğini fark ettiği günümüz yazarlarından birisinin, beklide ondan ve ailesinden başkasının satın almadığı bir kitabı vardı. Yazdıklarını okudukça kendisinde bulamadığı birikmiş düşünce kalabalığını aktarma gücüne sahip korkusuz bir yazarla karşı karşıya olduğunu fark etti. Kendisini etkilenmelerin haricinde sabit bir düşünce kalıbına sokmayan bu yazar farklı bir şekilde sosyalist özgürlüğün sınırlarında gezerken, inançları doğrultusunda dostlarını yönlendirmeye çalışıyordu. Hayata çakılan kalıpları yıkmaya çalışan yazar kalıp tahtalarının ise zarar görmesine de izin vermiyordu. Belki bir filozof, belki bir âlim ya da duygularını aktarma yöntemini başka yollarda arayan bir şairdi. Kelimeler ve bir yandan tanıdığı ama aslında çok uzak olduğu düşüncelerle zamanın farkındalığını kaybetmek üzereydi. Ona göre zamansızlığın temel gereksinimi cesaretti ama cesaret neydi? Olmayanın yokluğuna gülüp geçmek, hiç bulamayacağını kabullenmekti. Kırılmış bir aynada yüzüne attığın acı mayasından bir façayı, bin olarak görmeyi kabullenmekti. Karanlık bir gecede şehrin gizli suikastçıları olan fosseptik çukurlarına aldırış etmeden demir kazığı aramaktı. Cesaret, kendi deliliğini kabullenmekti. Başına geçirilen huniyle kadehine yeni bir duble rakı doldurabilmek ve eksiği olanların şerefine kaldırmaktı. Ta ki dibini görene kadar…

 

Emektar okuma koltuğu olarak nitelendirdiği ama gerçekte rahatsızlığından dolayı okurken uyumasına izin vermediği koltuğunda bu satırları okurken gözü elindeki kadehe takıldı. Akşamın ilk dublesi. Ziyan olacağını bilse bile hayatındaki eksikliğe sahiplere kaldırdı ve bir dikişte boğazından aşağı kayışını şaşı olmuş gözleriyle takip etti. Aklındaki belki eksiğe bir faydasının olduğu umuduyla. Ve yeniledi kendisine yalvarır damlalarla bakan boş kadehini.

 

Sayfalar çevrilmeye ve kadehler büyük bir saygıyla yerini kendisinden sonrakine bırakmaya devam etti. Satırlar arasında dikkatini çeken şu bir kaç cümle olmuştu, dönen dünyanın arasında ve sanki diğerinin kuyruğu gibi. “Alkol, tanrının insanlara sunduğu tek gerçekliğe dönüş yolu. Onu içen sahte yaşamını gizleme gereği duymaz. Bir noktadan sonra ise sızar, yaşadığı hayata bir daha uyanmama isteği ve ihtimalinin sevinci ile.” Gözü yatağının karşısında, duvarını işgal eden işarete takıldı ve hayatına giren yeni bir bilinmezliğe kucak açtı. “Hoş geldin gerçeklik”. Gerçeklik neydi? Gerçeklik annenden ilk koparıldığında seni avutmak yerine kıçına acımasızca bir şaplağın vurulmasıyla ortalığı inletmen ve annene ilk görev olarak susturulmanın emredilmesiydi. Kokulu silgini verip silgisizliğinden dolayı öğretmeninden mum olmuş parmaklarına yediğin cetvelin acısını, saçları örgülü kızı bile umursamadan gözünden süzülen yaşlarla ortaya koymandı. İlk sloganında kol kola girdiğin dostların için kendini gözaltında bulup, yolunu terk etmemendi. Ve gerçeklik hayatını idame ettirebilmek için her sabah taktığın maskeyi, Meyhaneci Yorgo’nun ahşap sandalyelerinde ve kokuşmuş mezeleri arasında boğazını kaşıyan meyler eşliğinde çıkartmandı. Hastanedeki dezenfektan, silgide ki koku, Gezi Parkının bir ağacı altında eylem öncesi içtiğin son bira ve o meyhanenin temel taşı, tanrının armağanı… Kendi gerçekliği ise sürünen ayaklarının o eski koltuktan kalkmaya çalışan alkol hükmündeki bedeni taşımayı reddetmesiyle ahşap zeminde solunan toz yığını. Belki bu son olur düşüncesiyle yüze yerleşen son sırıtma…

 

Ümitlerin boşa çıkmasıyla tekrarlanan rutinlerin karanlık bir sabaha daha kavuşması. Ritüeller sonrası son satır, birbirini kovalayan birkaç cümle. “Sebepler sonuçların bahanesi, aldatmaca ise dürtü varoluşun aldatmasız sebebinin beklenmeyen sonucudur.” Zihin inşaatına katmak gereksinimiyle aranan taşları bulmak için çevrilen sayfaların sonu. Bu yolda birbirini kovalayan akrep ve yelkovanın amansız yarışına eşlik etmek için bedeni gereksinimlerinden vazgeçmek, aracı olarak da kafein denen zehri bedenine farklı yollarla zerk etmek.

 

Ummanlarda rotasını kaybeden denizcilerin, aradığı fener ışığıydı belki de bu satırların sahibi. İstikametine bakılmaksızın dümenin kırıldığı aydınlık bir yol. O aydınlık bilinçsizce bilinçlendiğinin kanıtı, rutinini bozdurdu. İnsanları ilk defa umursamadan bedenin doğallığıyla kendisini attı yollara. Adımlarının birbirini takibine izin verdi. Elinde bilinmeyenler kitabıyla. Sırtı oksijensiz kalmış Cumhuriyet Anıtı’nda, gözlerinde maskeli balonun tanımlanamayan yüzleri. Uzakları görmek için kıstığı gözlerinde flulaşan kimlikler arasından yaklaşan bir cisim vardı. Kırmızı tramvay ve içerisindeki son net adam, ellerinde ortak sayfalar…

 

0 Yorum
Paylaş
Etiketler:
Yorum Yok

Yorum Yaz