Tecrit | Yolcu yazıları ile Tecrit Edebiyat'ta.
Yolcu'nun yazıları Tecrit Edebiyatta.
En güzel yazılar, edebiyat,dergi,ders niteliğinde yazılar,güzel sözler
11139
post-template-default,single,single-post,postid-11139,single-format-standard,edgt-core-1.2,ajax_fade,page_not_loaded,,hudson-ver-3.1, vertical_menu_with_scroll,smooth_scroll,blog_installed,wpb-js-composer js-comp-ver-6.0.5,vc_responsive

BÜYÜKLERDEN KÜÇÜK ANILAR

Hala hayatının baharında sayılacak birisi olarak gereğinden fazla siyasete ilgiliyim, bu ilgim yüzünden siyasetçilere doğruysa doğru diyebilmeyi öğrendim. Bazı siyasetçiler siyaseti gelir kapısı gibi görse de bazıları vatana hizmet için yapıldığını bilerek hareket ediyorlardı. Burada gelir kapısı olarak düşünenlere yer vermeyeceğim. Siyasetin içinde resmi olarak hiç aktif görev almadım, almakta istemedim, iyi ki de almamışım. Kıymet verdiğim bir büyüğüm siyaset yalan işidir evlat, sen beceremezsin derdi, iyi ki de böyle düşünmüş ve beni siyasetten en azından vatan için değil de menfaat için yapılacak olan siyasetten uzak tutmuş, iki cihanda vardığı yer hep istediği yer olsun.

 

Benim için siyaset insanları olduğu gibi görmek, insana insan olduğu için hizmet etmektir. Bu yüzden insanlara bir Yaratıcı varsa, onun soracağı soruları sormam ben, yaratmamışım ki hesabını sorayım. Ama ben neden kazandığım parayla geçinemiyorum diye sorarım. İstanbul gibi koca bir şehirde neden insanlar evine çöpten ekmek götürüyor diye sorarım. Anadolu’da neden insanlar hala başlık parası vermek zorunda diye sorarım. Kadınların neden hala mirastan mahrum bırakılmaya çalışıldığını sorarım. İlkokula giden çocuklar neden eşit değil diye sorarım. Eğitim seviyesi ya da okul binası neden İstanbul’da farklı, Ankara’da farklı, Konya’da, Diyarbakır’da, Çanakkale’de, Samsun’da, Mersin’de farklı diye sorarım. İnsanlar neden hastanelerde tedavi olmak için günlerce aylarca sonrasını beklemek zorunda kalıyor diye sorarım. Neden hak aramak için mahkemeye gitmekten korkuyorlar diye sorarım. Gittikleri mahkeme zengine ışık hızında karar verirken, garibanı neden yıllarca bekletiyor diye sorarım. Neden insanlar ülkeyi yöneten insanlardan randevu alıp derdini anlatamıyor diye sorarım. Velhasıl sormak istediğim çok şey var ama henüz soracak kimseyi bulmadım.

 

O yüzden eşitlik isteyen bir yaratıcının var olduğuna inanıyorum. Eşitlik, adalet ve özgürlük istemeyen siyasetçilerin Yaratıcıya inanmadığını düşünüyorum. Dini ibadetleri yerine getirmek ya da getiriyor gibi görünmek inanmak değildir, bizden istenen önce insan olmak sonra da insanlara hak ettiği saygıyla, makam mevki saygısıyla değil insan olarak yaratılmanın verdiği saygıyla davranmaktır.  Çok inançlı görünüp geçmişte ve günümüzde hala insanlara zulmedilen bir dünyada yaşıyor olmak, zulüm görenlerin suçu değil onlara karşı kendi büyük görenlerindir. Makam mevki gelir geçer ama insan olmak bakidir farkına varabilmek ümidiyle.

 

Kurtarma çalışmalarında tanıdık biri…

Bir maden kazası olmuştu, evindeydi. Haberi duyar duymaz sefer tasına yemeğini koydu ve makam aracına binerek, kazanın olduğu madene doğru yola çıktı, yolu uzun, yol şartları zordu. Umursamadı ve kazadan saatler sonra kaza olan madene ulaştı. Derhal talimat verdi ve kendisi için madenci kıyafeti istedi… – “Aman efendim…” dediler. Umursamadı, kıyafeti yeniden istedi, gelen kıyafeti giydi ve kurtarma çalışmalarına destek vermek için madene doğru yürüyerek, gönüllü madencilerin arasında gözden kayboldu! ‘İtibar’ demeden madencilerle birlikte yemek yedi. Bu kişi, Bülent Ecevit’ti. Türkiye Cumhuriyeti başbakanıydı. 4 gün o madende bir işçi gibi gönüllü olarak çalıştı. Madende kaldığı dört günü mazeret izni olarak, kaleme aldığı bir dilekçeyle… O ay ki maaşından düşürttü.

 

Çoban Sülo’ya (Süleyman Demirel) edilen küfür…

14 Ekim 1979 ara seçiminden sonra Ecevit/CHP hükümeti istifa etmiş. Süleyman Demirel azınlık hükümeti kurmuştu. Antalya’nın Manavgat ilçesinde vatandaşın biri, kahvehanede Süleyman Demirel’e sövüp saymış. Demirel başbakan olduğu için savcı resen soruşturma başlatmış, adamı içeri attırmış. Rutin görüşmelerden birinde Demirel, Yaşar Topçu’ya “önemli bir şey var mı?” diye soruyor. Topçu da “önemli bir şey değil ama sadece bilgi arz etmek istiyorum. Antalya’nın Manavgat ilçesinde vatandaşın biri kahvehanede size hakarette bulunmuş, galiz sözler söylemiş. Vatandaşı tutuklamışlar. Mahkeme şikâyetçi misiniz diye soruyor.” diyor. Demirel de “bu hâkim ve savcı arkadaşlar bazen kantarın topuzunu kaçırıyorlar. Başbakana hakaret etti diye bir vatandaş tutuklanır mı yahu? Biz burada oturuyoruz haberimiz olmuyor. Yaptığımız uygulamalarla kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, canını sıkmışız bize galiz küfürler etmiş. Hemen Antalya’ya o ilçeye git ve o vatandaşı hapisten çıkar. Tahliye et gel. Sevaba girersin.” diyor. Yaşar Topçu Manavgat’a gidiyor. Demirel’in avukatı olarak asliye ceza Hâkimi’ne davaya müdahale kabulünü söylüyor. “-Sanığın tahliyesini talep ediyoruz. Müvekkilim başbakan Demirel bana, bir ülkenin vatandaşı başbakanına sövmez. Biz kim bilir adamı nasıl bunalttık ki küfretti.” diyor. Hâkim şaşırıp duruşmaya ara veriyor. Savcı ile birlikte Topçu’yu görüşmeye davet ediyor. Hâkim, “-kusura bakmayın, bu Demirel nasıl bir adam? Gazeteler tam tersini yazıyor. Bu kadar hoşgörülü, geniş gönüllü insanı biz ne kadar yanlış tanımışız.” diyor. Yeniden duruşmaya giriyorlar. Hâkim sanığın tahliyesine karar veriyor. Sanığa da”-Demirel yok ama avukatı var, seni tahliye ettirmek için ta Ankara’dan gelmiş. Ellerini öp…” diyor. Sanık “-hâkim bey, bu bana hayatımın en ağır cezası. Beni tahliye için avukatını gönderen bir başbakan’a dilim kopsaydı da böylesi hakaret etmeseydim. Elini ne kelime, ayağını öpeceğim.” diyerek pişmanlığını ifade ediyor. (hikâyeyi o tarihlerde Demirel’in avukatı olan Yaşar Topçu kaleme almış)

 

Kumaşı Ecevit sayesinde gördük.

Ecevit’in döneminde maden ocaklarında çalışmaya başlayan 56 yaşındaki Rahim Boz, o dönemi şöyle anlatıyor: “Biz köylüyüz, köyden geldik. Ocağa girdik. Ocakta işe başlayıncaya kadar kumaş nedir bilmedik. Hayatımda babamın almadığı kumaşı Ecevit sayesinde gördük. Sabun, peynir, zeytin, helva, kaşar, süt, ekmek arası helva, kaynamış yumurta, ekmek gibi bütün kuru gıdalar bolca geliyordu. Öyle ki biz onları yiyemezdik. Birikirdi gıdalar. Sonra onları gidip köylerimizde tarlada çalışanlara dağıtırdık. Köylüler başta olmak üzere buralarda herkes Ecevit der, başka bir şey demezdi. O derece yani. Sadece yiyecek değil, giyecek de var. Biz işçiler için çorabına varıncaya kadar atlet, pijama ve kumaş dağıtılırdı. Hatta kumaş dikimini bile devlet karşılardı. Bütün ihtiyaçlarımızı karşılayan tek O’nu gördük. Biz kumaş ne bilmezdik. Şimdi çarşıda dolaşan bazı yaşlıları görüyorum, giydikleri kumaşlar hala Ecevit döneminden kalma kumaşlar. Maden bölgesinde çalışan işçilere çok iyi bakıyordu.”

 

Devlet bahçeliden ders…(siyaset öncesi devlet bahçeli ile sonrasını ayırmak lazım)

1982 yılı Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda 2. sınıf öğrencileri Türkiye Ekonomisi dersinin hocasını bekliyor. Sınıf öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü bir hoca kapıda beliriyor. İçeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor. Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor. “Bakın” diyor. “Bu kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey.” Sonra (1)’in yanına bir (0) koyuyor: “Bu başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)’i (10) yapar”. Bir (0) daha koyuyor. “Bu tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz” Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor: Yetenek… Disiplin… Sevgi… Eklenen her yeni (0)’in kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor hoca… Sonra eline silgiyi alıp en bastaki (1)’i siliyor. Geriye bir sürü sıfır kalıyor. Sınıf bir anda sessizliğe bürünüyor… Ve hoca yorumu patlatıyor. Kişiliğiniz yoksa öbürleri hiçtir!

 

0 Yorum
Paylaş
Etiketler:
Yorum Yok

Yorum Yaz