SABAHIN GÜNEŞLİ HÜZNÜ KALPLERİMİZE ATEŞ EDERKEN
Gece yarısının kanında geziyorum.
Ruhsuz yürüyen bedenlerden kaçıyorum.
Kıyma makinesinden geçirilmiş anıların hepsi gökyüzüne çivilenmiş.
Uzaktan kaçık bir motorun doğayı kırbaçlayan sesi geliyor.
Perdenin arkasındaki hayallerle konuşuyorum.
Suratsız yalnızlık yakamdan tutup balkondan aşağı fırlatıyor beni.
Yalnızlık anları delip ruhumuza ateş ederken aşkın dokunuşları kapıyı çaldı.
Nedensiz bir kavgaydı kapıyı açmak.
O anda mavi kelebekler alevlerle birlikte bana ateş etmeye başladı.
Kapsüle sıkıştırılmış katledilmiş insanlarız hepimiz.
Gözlerinde mavi telaş vardı, geceye eşlik eden parçalanmış gözleriyle baktı bana.
Umut bizden yanaydı, anladım.
Biraları dolaptan çıkardı ve içmeye başladık ardından balkondan delik deşik kaldırımlara baktı.
Yağmur damlalarıyla konuştu.
Birkaç nükleer bombanın kanattığı zehirli insanlar, boks maçı
yaparken o sadece kendi notalarıyla baktı bana.
Programlanmış bir katil olmadığını anladım
saatler saatleri kovaladı fark etmeden.
Kaybolan maviliklerini odaya koyduğu bavulda saklıyordu.
Teslim olmuş barmenler gibiydim.
Konuşamıyordum, sadece okyanusa bıraktım kendimi.
Bana her baktığında kalbimi gıdıklıyordu düşleri.
Ama hiçbir şeyin farkında değildi.
Asıl mesele buydu işte, insanların kaybolduğu
kalabalıklarda hiçbir zaman göremeyeceğim her şey onda saklıydı.
Üstümüze yıldızlar çöktü dakikalar geçmeden.
Her şeyi unutup savaşmadan, sormadan, anlamadan, duymadan
devam ediyordu hayat kalabalıklar için.
Bizi kelepçeleyen yalnızlığı da hissetmiyorduk.
Çünkü gece bitmişti ve sabahın güneşli hüznü kalplerimize ateş ediyordu.