SIR GİBİ
Sağır bir yara bu; acıyan durmadan,
Nedeni bilinmeyen hicran…
Dil vurgunu ezelden sancılı;
Çöreklenmiş boğaz yumrusuna.
Çıldırtan kırgınlıklar, zonklayarak vurur;
Çatlatırcasına göğüs kafesini.
Düşülmüş yollara;
Kanayan bir haberin yaftasıyla,
Gizlenir sancısı, pulsuz bir zarfa.
Ve orada bir anne;
Küser, mor hayatın göceğinde.
Uzvuna sarılırken beyaz korku;
Hawngi Sin’den gelir ölümün soluğu?
Her yerde o alemin eskimiş yolcusu,
Alır göğsünde kangren hatıranın öcünü,
Ruhunda ekşir korkunun döngüsü.
Ve işte bir anne;
Gezer kaygılı, azrailin eteğinde.
İnci sezgiler mi;
Düşsüz bırakır mazisini?
Yaşanmamış umutlar mı;
Ezen yüreğini?
Körpe gülüşlerde bırakılan iki kelam,
Örtüsüne kopçalanmış ağıt,
Kahpe acılarda tutulan bin yıllık cefa,
Soyunmuş güneşten, doğurmayan ömür,
Öykünür melekü’l mevti’n gelişine.
Ve yanık bir anne;
Geçer sızıyla, ölümün eşiğinde.
Kendisi değil, hayattı yaşayan onu,
Görmemişti hiç mavi yeşil yolu.
Alnının ortasında çatılan çizgiydi;
Yüreğinin yortusu,
Hep geçim kavgasıydı türküsü,
Gün görmeden soldu gönlü.
Ve yitik bir anne;
Göçtü yaşam örgüsünün eşliğinde…
Sır oldu, masal oldu…