SÜMÜKLÜ BÖCEK
İki gözümün birbirini hiç görmemesi
Bir dağın grisinde beyazında girememesi hiç güneşin
Ters giden bir şey var; uzayın anarşisi kimi uydunun eksikliği belki yıldızın
Belki olması gerektiği gibi siyahın karanlığı aydınlığın gölgesi kimi.
Bir kaldırım öylesine mi bel veriyor bir köprü durup dururken mi ya dağı gökyüzü..
Bulanık, ayaz vurmuş bir gül geçiyor parmağımda kan dolusu
Eşikler suretlere meydan, çakılı bir yalnızlık oluyor parkım
Bükülüyor dalları, takatsiz, köksüz
Herkesin an’ı bir bankta otururken hatıra şimdi.
Bir yaprak kalacak hep izleyecek zamansız
Gölgeler neden kaçıyor, eller hep hesap sormada, eskirken gökyüzü
Çok da alımlıyken deniz
Kaç yıllar gittim hep yol eskimedi hareket içinde ayaklarımın altı
Bir gül canlanıyor defterimde
Ve renklenip kanlanıyor eksilirken yüzün, yeşil
Yürüyüş gibi dağılıyor bordo gül şiirin sokağımdan geçerken
Sesler var siren, uğultu; adalete hep geç kalmada ve ölüme
Pul pul dökülürken herkesin gözleri öyle sade balıklar sitemsiz çiçekler
Bir bayram çocuğu kapımda; temiz giyimli, yalnız biri, bir şey var hep çok sesli, ağır
Dalga gibi kırılan, denizin eli gibi kalabalığım görürsün bak nefessiz
Öyle kirpikli öyle enseli, bütün saç telleri dünyanın
Ses sağanağı kapımda, kuru ekmeğe doluşuyor karıncalar öyle çoklar
Defterime şimdi, hamur ellerindeki… Güller açıyor ellerimde
Ruh dolu bir durak seçemediğim; gözler, sesler geçiyor, ışıklı, yıldızlı
Sayamadığım yüzlerce yolcu bir şeyler bırakmış bulamıyorum
Gelişini bekliyor hala gözlerin göremiyorum
Yağmur dağılması bu
Salyangozlar yürüyor öyle çoklar çoğuz ki
Birikiyor bir su bir sızı geçemediğim
İki göz iki kulak iki el bir defterden hafif
Durağını sokağını şaşıran bir gül defterimdeki kuruyan eriyen satırlar arası
Şimdi yürür bakışların
Yürüyor salyangozlar sonrası yağmurun _ bir dağılma
Bir yağmur eskimesi bu eskirken yeryüzü…