
ZAMAN DEDEMİN AĞAÇ KAPISI HÜZNE AÇIK
İç içe geçmiş postmodern zamanda durum hikayeciliği yaşanılan anı; “dört beş like için iki hashtag arasına sıkıştıracak” iki konum öteye götürmeyecekti. Sait Faik’in “Dülger Balığının Ölümü” öyküsü bu zamanda hiçbir çocuğu derinden sarsmayacak hatta bayağı olacaktır. Bu kıyas alıp geçmiş zaman vagonlarına yerleştirince beni, Zaman Dedem yine her zamanki yerine karşıma oturdu. Yaşlılıktan eğilmiş boynunu, yüzündeki derin çizgilerini incelerken buğulu gözlük camlarının ardından gözleri yavaş yavaş kapandı. Ve yolculuk başladı…
Bu kez 14 yıl öncesine götürdü beni, bu zaman yolcuğunda Dedem. Lise yıllarıma… Üzerimde beyaz gömleğim, pilesi dikkatlice ütülenmiş eteğim, koyu yeşil tebeşir tahtasının üzerinde sırasıyla bayrağımızın, marşımızın ve Atatürk’ün portresinin olduğu sınıftayım. Öğretmenin sınıfa girip herkesin yerine yerleştiği hareketli iki dakika sonra masasına yaklaşıp oturmasıyla; onu saçlarının şekli, gömleğinin ceketiyle uyumu, çenesi hareket ettikçe sallanan küpelerinin rengini incelemiştim. 78. sayfadaki metni açmamızı, içten okumamızı söylemesinden yaklaşık iki dakika sonra fısıltılar gürültü halini almıştı. Bunun önüne geçmek isteyen öğretmenimiz, Aras’a metni yüksek sesle okumasını söylemişti. İçten okur, dıştan dinlerken de metnin hiçbir yerinde kendimi hatta tahta sıraların üzerinde hissetmemiştim. Şimdi nasıl trenin penceresinden uzakta yavaş yavaş geriye koşan komşusuna mesafeli köy evlerini inceliyorsam, o zamanda pencerenin ötesine dalmış ağaçların boylarına.
En heybetli, uzun ve yaşlı ağacı bulup, dallarına sevgililerin harflerini kazıdığı gövdesini derince incelediğimi farkeden öğretmenim, kitaptaki metni yüksek sesle Aras’ın kaldığı yerden okumamı söylediğinde; bakışlarımı pencerenin ötesindeki ağaçların oyuğundaki harflerin girdabından kitaba yöneltmişti. Bir an metnin neresinde kaldığımızı bilmeyişimin boş bakışı ardından sıra arkadaşımın parmağını koyduğu yerden okumaya başladım ve birkaç dakika sonra düğümlendi boğazımda “dülger balığının ölümü” öyküsü. Ölüm hali epeyce uzun süren zavallı balığın hissiyatı sesimi inceltmiş, neredeyse ağlamaklı tonda iken bitivermişti sonunda hikaye, düğüm düğüm olmuş ses tellerimi de acıtarak. Sonra arkadaşlarımın da aynı duyguyla sarsıldığını hissedebilmiştim, verdikleri yanıtlarda… Sait Faik’in anlatımıyla iki saat süren ölüm hali, dört saati sekiz saate, sekiz saati yirmi dörde çıkardık mıydı, dülger balığını aramızda bir işle uğraşırken görebilecektik ve yolculuk bitince kurumuş pul pul olmuş, soluk tenli baygın bakışlı dülger balığının son saniyelerini anımsatan Zaman Dedem’le göz göze geldik, yine sessiz sedasız o geçmişe, ben geçmiş ile gelemeyecek zamanlar arasındaki boşluğa savruldum. Giderken benden bir şeyler almış sorularımı bende bırakıp gitmişti. Yıllar sonra yeniden anımsarken, yutkunamadığım zaman neşterinin her odasını ameliyathaneye çevirdiği dünyada, yalnız yüzlerimizi değil asla değişeceğini düşünmediğimiz geçmişimizi, çocukluğumuzu ve şimdi de gebe olduğumuz düşüncelerimizin karmaşası oldu. Gün gelip son müşterisini bekleyen müzayedecinin tokmağını vurup sattım gitti bu yeni dünya! İstersen al götür, yoksa sadece seyret olup biteni demişti. Bu kez hepimiz cebimizdeki son metelikle müzayeden dünyanın bir parçasından alıp götürmüş. Sonra hiçbirimiz bir araya gelip birleştirememiştik. Gün ola toz tanesi parçası kadar bölünmüş dünya yapbozunun iki parçasının birleştiğini görürsek; boğazımız düğüm düğüm dülger balığının ölümüne hüzünlenen birini bulduğumuzda sarılıp ağlayacağız.